Fıtratında yaradılış gayesi kokar,
Griliğe mahkum kalmış Seyyaha;
Gördüğü rengarenk bir rûyanın,
Gerçeği çekinilmez kılması,,,
'Aşka ömrün fedası mübahtır', özlü sözü; yaşanan ve hissedilen çoğu tek taraflı aptallıklara daha doğrusu masumiyetlere, bilhassa acılardan mütevellit iniş çıkışlara ve nazaran bir yazıya başlarken, ağırda gelebilir yazılanlara, yine de ağır olması yeğni olmasından yeğdir,,
Ölüm alıp götürene dek; ilkler de olur, nefes alındığı müddetçe ilkelerin gölgesinde,,
Umut yerini keşkelere,
Samimiyet ise yapmacıklığa bırakırsa;
Heyecan yerini sıradana,
Aşksa ölüme teslim eder,,
Eskiler -daha doğrusu yıllanmış olanlar- ''az ve öz makbuldür'' derler, şimdi ve sonrası içinde geçerlidir,,,Ancak azlık-özlük meselesinin idraki yeterli değildir! Yanlış anlaşılmasın, kelamın isabeti için yeterli ve gerekli olan bilinç yoksuzdur,, Bundan mütevellit lafı uzatmak gerek ki, ortasında veyahut sonunda yakalamak içindir, başta kaçırılmış mutlak olan gerekliliği,,,
Aşkında bir ömrü var mıdır?
Görünen kısımda, insan gibi doğar, ağaç gibi yeşerir ancak mutlaktır ki sonsuzluk, aşkın bekçisidir,,
Ömür biter ölüme, su kâr etmez kuruyana, değişim bile bir yere kadar değişecek, oysa aşk ödünç verir kendini bir ömürlük, toprağa karışır ve bir çiçekte kokar,,Gök yüzüne karışıp yer yüzüne geri gelir,,,
Kıyamet değişim tükendiğinde değil, nesiller aşkı tükettiğinde gelir,,
Aşkın mayası umudun gölgesindeki;
Heyecanın samimiyete teslim oluşu,
Yani sevinin ta kendisidir,,,
Bir filmde ilginç bir replik fark etmiştim, ''Ölümsüz adam'' karakteri 'Her şeyi bilmekle hiç bir şey bilmemek aynı, nihayetinde odun olup çıkıyorsun' diyor, böyle bir paradoksa vakıf olan ekseriyetin, her şeyi kurcalamayı bırakıp mantıken sadece o karmaşada durmak ister; bazılar da bildiği halde ama bildiğini bilmiyormuş gibi; elindeki kazmasıyla, yerin bir karış altındaki ile bin karış altındaki toprak arasında bir fark olduğuna inanır,, bu da yaşamın verdiği can sıkıntısından doğan bir yere bağlanma ihtiyacı, kendini unutma merakı,,
Bazen aklı kurcalayan şeyleri kurcalamak iyidir, her şeyde olduğu gibi dozajı iyi ayarlamak gerekir,,
Dozaj yani denge,,
Ekseriyetimiz bu denge meselesini kontrollü olmak ya da sıfır hataya ulaşma durumuyla karıştırırız, oysa denge dediğimiz emsalde -yaşamak dediğinin ta kendisidir de-, tam tersi de sayılmaz daha öte bir sistem, bir oluşum,, bazen de bu düzeni çözmek yerine kendini bırakmak, tam anlamıyla oyuna kurulmak, bu da oynamayı daha da basitleştirir,,,
''Başlı başına bir dünyadır aşk,,
Ya tam ortasındasındır, merkezinde,
Ya da dışındasındır, hasretide,,,''
Der, Elif ŞAFAK,,,
Nerededir bu dünya ve kim görmüş yahut barınmakta,, Peki kim ister ya da layıktır,, Peki kim farkında değildir, aşkın? Her neyse de bilmeyende mi, hasretinde sayılır?
Mecnun'mudur, gediklisi; tuzuyla şekeriyle;;
İnsan farkında olmadığı şeye özlem duyar mı?
-Duyabilir, kalp bu; aşk, budur,,
İmkansızı mümkün kılan bir dünya, başlı başına hemde,,
Her insan aşkı hak eder mi? Bilmem ama;
Her aşk, insanı hak edermiş,,,